17 Haziran 2014 Salı

Kitap Tanıtımı - Yarım Kalan



Ertürk Akşun
Destek Yayınları
248 Sayfa










Hikâyeler… aşklar… hayatlar…
Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ertürk Akşun, üçüncü kitabı “Yarım Kalan”da yarım kalan hikayeleri ve aşkları anlatıyor. Şiirlerle bezenmiş hikayelerin hepsi yarım kalmış hayatlara ve yarım kalmanın hüzünlere gönderme yapıyor.
Akşun, kitabı kaleme almasının nedenini şöyle anlatıyor: “Herkesin eminim ki yarım kalan bir aşkı, yarım kalan bir hikâyesi vardır. İşte bu kitapta senin, benim, onun yarım kalan hikâyeleri ve aşkları anlatıldı. Her hikâye bir şairimize ithaf edildi. Unutulmaması için o büyük şairler, hep hatırlansınlar diye. Nasıl ki yarım kalan hikâyelerimiz asla unutulmazlar ya öyle işte.”
“İnsanı en son umutları terk eder…” diyen Akşun yarım kalanın hüznü sinmiş kitabında birbirinden ilginç aşk hikâyeleri anlatıyor. “ Şöyle bir bakarsın hayatına ve tam da bitti dediğin anda, her şey yeniden başlayıverir. İçinin karanlık dehlizlerinde yıllarca kapalı tuttuğun gün ışığı, birdenbire yeniden parlamaya başlar. Ufacık bir kıvılcım, mini minnacık bir ateş, bütün umutlarını tekrar yeşertmeye yetiverir. Sonra bütün gayretinle sarılırsın hayata… Kendine yeni uğraşılar bulursun, yeni sevmeler edinir ve oyunun kurallarını değiştirirsin. İşine dört elle sarılırsın mesela… Sonra aniden istediklerinin, gerçekten istediğin şey olmadığını fark edersin, doyuverirsin her şeye, denediğin bütün yollar bu kez sana huzursuzluk vermeye başlar. Pencerende bir boşluk açılır. Uğraşıların, sevmelerin, zevklerin, ilgi alanların ve değiştirmeye çalıştığın yaşam kuralların bir bakarsın yine anlamsızlaşıvermiş… Neden mi? Çünkü sana duyduğum aşk, oracıkta hâlâ yaralı halde durmaya devam ediyordur da ondan…
Aşk ve hüzün… Aslında hepsi hayata dâhil. Akşun da kitabını “Ölmeye değecek bir hayatınız olması dileğiyle…” diye bitiriyor. Belki hepsinden önemlisi işte bu; hayatınızın yarım yaşanmaması.

8 Haziran 2014 Pazar

Kitap Yorumu - Yürüyen Kentler



Yürüyen Kentler
Philip Reeve
ON8 Yayınları
352 Sayfa
Çeviri: Müren Beykan, Fulya Yavuz






Yürüyen Kentler serisi 2001 yılında Philip Reeve tarafından yazılmaya başlanmış, ülkemizde ve dünyada bakış açısıyla büyük etki yaratmış serilerden biridir. 4 Kitaptan oluşan seri raflara ON8 yayınları tarafından kazandırıldı. Gerek kapakları gerekse çevirisi ile serinin ilk kitabını okumuş olsam da henüz, gayet başarılı buluyorum. Özellikle iç kapağın gri renkli tasarımı kitaba ayrı bir güzellik katmış. Seri sırayla;
1. Yürüyen Kentler
2.İhanet Altını
3. Cehennem Makineleri
4.Karanlık Düzlük
bu dört kitaptan oluşmakta. Tüm kitapları yayımlanan serinin yazarı Reeve, 2002 Gold Nestle Smarties. 2003 Blue Peter Yılın Kitabı gibi birçok ödülü var.
Steampunk tarzında yazılmış kitap, uzak bir gelecekte 60 dakika savaşları sonrası bizim bildiğimiz dünya yok olmuş ve neredeyse tam anlamıyla tam zıt bir felsefeyle yeniden yapılandırılmış. Artık yerleşik kentlere garip -neredeyse korkunç- bakış açısıyla bakılacak bir dünyada kentlerden kasabalara bütün yerleşim alanları tekerlek üstünde “yürüyorlar.” Uzak bir gelecekte geçmesine rağmen tabiri caizse post-apokaliptik bir dünyada teknoloji eskisinden kötüdür. Sıcak hava balonlarıyla uçan uçaklar, kısa mesafe ile iletişime geçebilen telsizler gibi. Bu Yürüyen Kentler harfi harfine kent. Yani öyle düşündüğünüz gibi küçük bir şey değil. Bildiğiniz Londra şehrini altına tekerlek koyup yürütüyorlar. Devasa bir yapı ve her kent, kasaba yaşamak için bir başkasını yemek zorunda. Onları yakalayıp parçalara ayırıyorlar, malzemelerinden yararlanıyorlar, tarihi eserlerini koleksiyonlarına ekliyorlar ve insanlarını neredeyse acımasızca çalıştırıyorlar.
Predator-Cities-Mortal-Engines
Hikaye, Londra şehrini baz alarak başlıyor ve Londra eski görkemli günlerine dönmek için saklandığı yerden çıkıyor. Tarihçiler Locasından kendi halinde bir çırak olan Tom kendini, hayran olduğu baştarihçi Valentine’e suikast düzenleyen Hester Shaw ile birlikte buluyor. Kitabı türünden ayıran en büyük şey ise tabii ki kurgusu. Mahvedilmiş dünyada insanlığın, parçalanmış şehirlerle, üstü gizlenen gerçeklerle ve güç yarışıyla güce sahip olmaya çabalayanlarla dünyanın, ne kadar değişirse değişsin temelinden sapmadığını, sapamadığını görüyorsunuz.

Kitabın içinde aradığınız birçok şeyi bulabileceğinize inanıyorum. Çocuk kitabı diye düşünmek kesinlikle yanlış olacaktır zira içindeki alt yazı metinleriyle harika bir kurgusu var. Temposu hiç düşmüyor, sürekli bir şeylerin peşindesiniz. Yepyeni ve post-apokaliptik bir dünyayı hazmetmeye çalışıyorsunuz, sırlarından gerçeklerine kadar. Bu var olma savaşında bütün her şeyi değiştirebilecek bir sır ve yanlış seçimler ile okuyacağınız en güzel distopyalardan olacağını söyleyebilirim.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Konuşan Kitaplar Blog Tur | Dünyanın Gölgesi -Beth Revis || Kitap Yorumu - Okumak için 3 Sebep





Merhabalar efendim, nasılsınız bakalım? Finallerdir, derslerdir derken bloga uğrayamadım bile içim gidiyor. Doğru dürüst kitap bile okuyamadım. Elimde Ölüm Oyunu var, hala bitiremedim. Gerçi onun yerine elime pek güzel kitaplar geldiği için olabilir. Mesela Dünyanın Gölgesi'ni elime alır almaz bitirdim. Önceki iki kitabın yorumunu okumak için tık tık!



Her zaman dediğim gibi Evrenin Ötesi serisi ülkemizde ve yurt dışında hak ettiği etkiyi göremedi bence. Ben elimden geldiğinde herkese öneriyorum çünkü benim en sevdiğim bilim-kurgular arasındadır. Hatta bu yorumu yazarken de spoilerden olabildiğince uzak durmaya çalışacağım, hiçbir şeyin kitabın etkisini bozmasını istemiyorum *.* Ve turunu yaptığımız için çok memnunum, son kitap için oldukça beklemiştik ve başka bir kapakla çıkacak diye korkuyordum. Bu kapak hem seriyle uyumlu hem de görseli çok hoş.




Gelelim kitapta neler oluyor kısmına. Bir Milyon Güneş'i bitirdikten sonra sizi merak içinde bırakacak kadar çok farklı şey öğrenmiştik. Çırak, Amy ve onu takip eden Godspeed sakinleri gemi ile birlikte Centauri-Dünya'ya gidiyordu. Kitap da buradan başlıyor, dünyaya inmeleriyle birlikte Amy hemen Dondurulmuşları uyandırmaya gidiyor, anne ve babasına kavuşmak için. Ve baştaki iki lider de öldüğü için Amy'nin babası lider oluyor. Dondurulmuşların canlanması olayları biraz değiştiriyor tabii ki. En başta Amy'e bile güvenmeyen Godspeed insanları 98 kişiyle karşılaşınca haliyle çekiniyorlar ve Dondurulmuşların da onlardan farkı yok. Ucube gözüyle bakıyorlar birbirlerine. Ve bir olaylara el koymaları da durumu güçleştiriyor haliyle. Godspeeddekiler dünyaya gelmeyi kabul etmiş olabilirler fakat uzay gemisinden çıkmaya cesaretleri yok. Şöyle düşünün, onların bildiği tek yuva metal duvarların arkasında, temz hava, sınırsız gökyüzü ne demek bilmiyorlar. Ve düzensiz yağan yağmur, fırtına, şimşek onları olabildiğince korkutuyor. 


Herkes gibi benim de Orion'un söyledikleri ve Centauri-Dünya ile ilgili teorilerim vardı ve kitap biraz geçtikçe hepsi yerine oturmaya başladı ve birazcık da üzülerek söylemeliyim ki hepsi tuttu. Niye üzülerek söylüyorum çünkü beni daha çok şaşırtmasını isterdim. İstediğim kadar şaşırtmamış olabilir ama kitaba birkaç saatliğine ara vermek zorunda kalmıştım ve o süre boyunca başka bir şey düşünemedim. Acaba ne olacak, o ipucu ne çıkar, Çırak ve Amy'nin babası anlaşacak mı, Amy ile Chris arasında ne oluyor, yine mi Phydus diye tüm gün boyunca dalgın dalgın bakındım. Kitap istediğimiz gibi çoğu şeyin cevabını veriyor ve aksiyonuyla birlikte sürüklüyor. Ama isterdim ki seri bitmesin ya da bir yan-seri gibi bir şey yapsınlar.




Okumak İçin 3 Sebep


  1. İçinde Aşk üçgeni yok.
    Bunu en başa koymam gerekiyordu çünkü kitaplarda beni en deli eden kısımlardan biri budur. Özellikle Cehennem Makineleri serisinden sonra "ay ben ikisini de seviyorum galiba :/" diyen karakterlere karşı ciddi ön yargılarım var, hepsini toplayıp azarlamak istiyorum. Öhöm, dediğim gibi kitapta aşk üçgenini geçin öyle mıç mıç okurken gözlerinizi devireceğiniz bir aşk yok. Son kitapta üçgen oluşur gibi hissediyorsunuz fakat sakin olun canlarım, Revis bizi bambaşka sürprizlerle şok ediyor.
  2. Kurgusu çok güzel.
    Biyokimya ve genetiğe meraklı biri olarak tanıtım yazısını okur okumaz almıştım. Yen gezegenler, genetik mutasyonlar, Phydus gibi ilaçlar -merak etmeyin okuyunca anlayacaksınız- okurken sıkılmıyorsunuz. Gezegenler arası yolculuk teması çok güzel zaten bir de buna liderliğin kattığı baskıyla ve yeni bir yerin yabancılığıyla boğuşan kurgusu güzel karakterler ekleniyor. Bilim kurgunun içine güç ve özgürlük uğruna yapılan mücadeleler ve sırlar eklenince tadından yenmiyor :D
  3. Tek bir karaktere odaklanmıyor.
    Sevilen serilerde yazar son kitabına doğru ana karakter dışında birinin ağzından da bölümler yazar ya da yan seri çıkarır çünkü okuyucu tek bir karakterin görüşüyle yetinmek istemez. Evrenin Ötesi de bizi bir çift gözle sınırlamıyor. İki ana karakteri de kendi cümleleriyle okuyabiliyorsunuz. Godspeed'in nasıl dünya özlemi ve yabancılık çektirdiği Amy'den, nasıl yerlisi olunur, nasıl yuva olunur kısmını Çırak'ın ağzıyla okuyoruz. Bir karar anında doğru ve yanlışın iki yönünü de okuyunca o kitaba daha çok bağlanabiliyorsunuz haliyle.

a Rafflecopter giveaway

5 Haziran 2014 Perşembe

Kitap Yorumu - Alaskanın Peşinde


Alaskanın Peşinde
John Green
Pegasus Yayınları
320 Sayfa
Çeviri: Çiçek Eris



“Bir şeylerin parçalanmamasını dilemeyi bıraktığınızda, parçalandıklarında acı çekmeyi de bırakırsınız.”

Hepimiz gideceğiz, diyor John Green kitabında. Büyük Belki aramak için ölene kadar beklemek istemeyen sıradan bir gencin ve güzel, zeki ve arkasından insanları sürükleyebilecek kadar güçlü bir genç kızın hikayesi.
Alaska’nın Peşinde genç-yetişkin türünde 2012 yılında raflara Pegasus Yayınları etiketiyle çıkan John Green’in ilk romanı. Kitap “önce” ve “sonra” diye bölümlere ayrılarak Miles Halter’ın yaşadıklarını anlatan bir roman. Büyük Belki’yi bulabilmek amacıyla ailesinden uzakta bir yatılı okula yazılan Miles’ın alışılmadık bir takıntısı var; ünlülerin son sözlerini okumak. Sadece Miles’ı anlatmıyor aslında kitap, Miles üzerinden gençlerin sorunlarını, sorularını bunlarla nasıl başa çıktıklarını, başa çıkamadıklarında yaşadıklarını başarılı bir biçimde aktarmış.

hızlı

Okulda yasak olan her şeyi uyuşturucu, sigara, alkol, eşek şakalarını yapmayı seven lisenin haylaz denebilecek takımıyla dost olan Miles, kendi arayışında yepyeni deneyimler ediniyor. Yaşıtlarından çok farklı bir o kadar da aynı Alaska sayesinde aşık olmayı öğreniyor. Beklediğiniz gibi mutlu ya da mutsuz sona sahip bir aşk hikayesi değil. Ama yatılı okul bir süre sonra Miles için Alaska haline gelmeye başlıyor. Onun cümleleriyle sorularını soruyor, davranışlarıyla arıyor ve ilkleri deniyor. Ona labirentten çıkmak için o yokmuş gibi davranmak değil daha fazlasını aramak için riskler alması gerektiğini öğretiyor. Miles, “İnsanlar yağmur olsaydı, ben serpinti olurdum, o ise kasırga.” ile kendi cümleleriyle tanımlıyor Alaskayı. Ayrıca arkadaşları Albay, Takumi ve Lara da kitabın örgüsünün gençlerin gözünden gitmesine yardımcı olmuşlar. Fakir, çalışkan, farklı ve nihayetinde hepsi aynı grupta.

“Sonunda, insanların ölümden sonraki yaşama inandıklarını çünkü inanmamaya katlanamadıklarına karar verdim.”

Kitapta kültür farkını hissedebiliyorsunuz. Lisede yaşadıkları deneyimin bizim kültürümüzde çok fazla yeri yok fakat Skins gibi dizileri izleyenlerin yabancılık çekeceğini sanmıyorum. Benim yorumuma gelince, John Green’i kalemini seviyorum. Meteforları kullanıp içinde yaşadığımız ama sormayı unuttuğumuz soruları sanki hep oradalarmış gibi işlemesi sanırım kitabın okunmasını sağlayan en büyük nedenlerden biri ve araya eklediği dramlar bizim gibi duygusal bir milleti kendine çekiyor. Tabii ki roman bazı yerlerde mükemmelliğe kaçmış ama bunun olması normal zira realist tarzda yazılmamış fakat ona çok yakın. Sevginin ve kırılganlığın ne kadar iç içe olduğunu gösteren roman, değişimlere karşı istikrarını koruyabilen fakat hiç beklemediğiniz anda küçük bir papatyayla bile dağılabilen köklü kararların dünyasını anlatan bir hikaye.
Ve sizi aklınızda bir soruyla bırakıveriyor.

“Umut etme sebebiniz nedir?”


Rıhtım Dergi'den okuyun!