Mülksüzler
Ursula K. Le Guin
Metis Yayınları
355 Sayfa
Çeviri: Levent Mollamustafaoğlu
“Hayır kardeşim, aklım başımda. İnsanı delirten, gerçeğin dışında yaşamaya çalışmak oluyor. Gerçek dehşet verici. İnsanı öldürebilir. Yeterince zamanı olursa kesinlikle öldürür. Gerçek acıdır -bunu sen söylemiştin!- Ama insanı delirten yalanlar, gerçekten kaçışlar. Kendini öldürmek istemene neden olan o yalanlar…”
Odo’nun, olayları başlatanın, bir kadın olması da şüphesiz Le Guin’in feminizme yaptığı vurguya örnek gösterilebilir. Ayrıca kitapta dünyaların yaşamını ve yaşayanları betimlerken, hiç sıkmıyor. Karakterini yavaş yavaş şekillendiriyor, romanla birlikte Shevek de gelişiyor. Aynı zamanda ne kadar farklı olsa da, geldiği dünyada her şeye sahip olan insanların yaşamlarının güzelliğini, ancak kendi tanımıyla hediye paketinden farklı olmadığını anlatıyor. Yavaş yavaş sindirilerek okunması gereken bir kitap Mülksüzler, Ursula K. Le Guin’in cesurca eksilerini ve artılarını yazdığı eleştiri kitabı. Sadece bakmıyor, alternatif bir dünyanın eksi ve artılarıyla yeni ve eskinin birleşimi olabileceğini gösteriyor.
“…Eğer hiçbir yön seçilmezse, eğer insan hiçbir yere gitmezse, hiçbir değişme olmaz. İnsanın seçme ve değişme özgürlüğü kullanılmamış olur, tıpkı insan hapishanede, kendi yaptığı bir hapishanede, içinde hiçbir yolun diğerinden iyi olmadığı bir labirentteymiş gibi…”
Bunları tarafsız bir şekilde artılarıyla ve eksileriyle kendi içinde tartıyor olmasından dolayı yazdığı gibi “ikircikli” bir ütopya. Çünkü her iki gezegen de ütopik dediğimiz kavrama uymuyor; yani ideal ya da kusursuz değil. Anarres de, devrimi esas alıp arkasında kusurlu bulduğu her şeyi bırakılıp gelinmiş gezegen de, uğraştıkları gibi kusursuz değil. Mesela baş kahramanımız Shevek’in geri dönüşlerinde anlattığı Anarreste, birlikte çalıştığı fizikçi Sabul’un, Shevek’in fikirlerini çalması da başka bir mülkiyetçiliğe giriyor ya da kendine sakladığı iletişim yolları da keza aynı şekilde. İktidar sistemi olmayan “ideal toplumda” bile hırs kendini göstermiş ve Le Guin’in ideal toplum değil ideal birey olur düşüncesini bize aktarmıştır. Bireyin her şeyden önce kendisinin ve toplumun önüne koyduğu duvarları yıkmasını söylüyor.
Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; Orada yerin geometrisine indirgeniyordu, bir çizgiye bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca o dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
Devrim değişimdir. Devrim de değişir. Ancak değişirse devrim olabilir.