“Bir şeylerin parçalanmamasını dilemeyi bıraktığınızda, parçalandıklarında acı çekmeyi de bırakırsınız.”
Hepimiz gideceğiz, diyor John Green kitabında. Büyük Belki aramak için ölene kadar beklemek istemeyen sıradan bir gencin ve güzel, zeki ve arkasından insanları sürükleyebilecek kadar güçlü bir genç kızın hikayesi.
Alaska’nın Peşinde genç-yetişkin türünde 2012 yılında raflara Pegasus Yayınları etiketiyle çıkan John Green’in ilk romanı. Kitap “önce” ve “sonra” diye bölümlere ayrılarak Miles Halter’ın yaşadıklarını anlatan bir roman. Büyük Belki’yi bulabilmek amacıyla ailesinden uzakta bir yatılı okula yazılan Miles’ın alışılmadık bir takıntısı var; ünlülerin son sözlerini okumak. Sadece Miles’ı anlatmıyor aslında kitap, Miles üzerinden gençlerin sorunlarını, sorularını bunlarla nasıl başa çıktıklarını, başa çıkamadıklarında yaşadıklarını başarılı bir biçimde aktarmış.
Okulda yasak olan her şeyi uyuşturucu, sigara, alkol, eşek şakalarını yapmayı seven lisenin haylaz denebilecek takımıyla dost olan Miles, kendi arayışında yepyeni deneyimler ediniyor. Yaşıtlarından çok farklı bir o kadar da aynı Alaska sayesinde aşık olmayı öğreniyor. Beklediğiniz gibi mutlu ya da mutsuz sona sahip bir aşk hikayesi değil. Ama yatılı okul bir süre sonra Miles için Alaska haline gelmeye başlıyor. Onun cümleleriyle sorularını soruyor, davranışlarıyla arıyor ve ilkleri deniyor. Ona labirentten çıkmak için o yokmuş gibi davranmak değil daha fazlasını aramak için riskler alması gerektiğini öğretiyor. Miles, “İnsanlar yağmur olsaydı, ben serpinti olurdum, o ise kasırga.” ile kendi cümleleriyle tanımlıyor Alaskayı. Ayrıca arkadaşları Albay, Takumi ve Lara da kitabın örgüsünün gençlerin gözünden gitmesine yardımcı olmuşlar. Fakir, çalışkan, farklı ve nihayetinde hepsi aynı grupta.
“Sonunda, insanların ölümden sonraki yaşama inandıklarını çünkü inanmamaya katlanamadıklarına karar verdim.”
Kitapta kültür farkını hissedebiliyorsunuz. Lisede yaşadıkları deneyimin bizim kültürümüzde çok fazla yeri yok fakat Skins gibi dizileri izleyenlerin yabancılık çekeceğini sanmıyorum. Benim yorumuma gelince, John Green’i kalemini seviyorum. Meteforları kullanıp içinde yaşadığımız ama sormayı unuttuğumuz soruları sanki hep oradalarmış gibi işlemesi sanırım kitabın okunmasını sağlayan en büyük nedenlerden biri ve araya eklediği dramlar bizim gibi duygusal bir milleti kendine çekiyor. Tabii ki roman bazı yerlerde mükemmelliğe kaçmış ama bunun olması normal zira realist tarzda yazılmamış fakat ona çok yakın. Sevginin ve kırılganlığın ne kadar iç içe olduğunu gösteren roman, değişimlere karşı istikrarını koruyabilen fakat hiç beklemediğiniz anda küçük bir papatyayla bile dağılabilen köklü kararların dünyasını anlatan bir hikaye.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder