Kurucunun Kızı
Amy Engel
Yabancı Yayınları
269 Sayfa
Çeviri: Merve Özcan
Merhabalar, nasılsınız bakalım? Kış yavaş yavaş geliyor -neredeyse aralık oldu!- ben de reading slump olayından çıkıp writing slump -böyle bir şey var mı??- girdim sanki. İnceleme yazmak için oturuyorum sonra bir bakmışım yarın sabah olmuş. Neyse daha fazla uzatmadan kitabımıza giriş yapmak istiyorum. Kurucunun Kızı ilk çıktığında bir an önce elime alıp okumak isteyeceğim kadar ilgimi çekmemişti. İndirime girerse alırım diyordum, Dr da 9.90 a düştüğünü görünce -hem de ciltli!!- koşarak aldırmıştım, bana gelene kadar uzun zaman geçti ama elime aldığım ile bitmesi arasındaki süre bu açığı dengeledi. Zaten çok kısa bir kitap olduğu için, yaklaşık 269 sayfa, hemen bitiveriyor.
Belki özgürlük abartılıyordur. Savaştan önce özgürlüğümüz vardı. Bak bu bizi nereye getirdi.
Nükleer savaş sonrası çoğunluğu yok edilmiş ABD'de küçük bir topluluk hayatta kalmayı başarmıştır. Fakat bu kasabayı yönetmek için yarışı kazanan Lattimer ailesinin düzeni korumak için koyduğu kurallara göre kızlar ve erkekler 16 yaşlarına geldiğinde bir kura ile ayarlanmış bir evliliğe zorlanmaktadırlar ve buna karşı gelmenin sonuçları çok ağırdır. 16 yaşındaki Ivy Başkanın oğlunun, ablasını reddetmesinden dolayı bu seneki törende başkanın oğlu ile evlenmek zorundadır. Yönetimi başta kaybeden ve hakkının kendisinde olduğuna inandığı için devralmak isteyen Kurucu aile ise tek yolun Başkan ve oğlunu öldürmek olduğu söyleyip Ivy'i bu komplonun ortasına koyarlar.

Kitap boyunca Ivy'nin kendi içinde kimlik çatışmasına tanık oluyoruz. Bir yandan ailesinin sorumlulukların altında boğulurken bir yandan da yeni tanımaya başladığı Bishop ile arasında filizlenen aşkın arasında kalıyor.
Post-apokaliptik bir dünyada hayatta kalma mücadelesinin güç mücadelesine dönüşmesine şahit oluyoruz ve bütün bunların arasında kalan Ivy'nin neyin herkesin iyiliği için doğru ya da istediği şeyin ne olduğuna karar verme basamaklarını, Engel'in gerçekçi bir şekilde yazmış olması kitaba kendinizi vermenizi kolaylaştırıyor.
Sunulan dünyanın betimlemesini tam olarak beğendiğimi söyleyemem, bunları anlatırken yazar biraz cimri davranmış bize karşı, daha çok sosyal bilim kurgu üzerinde durmuş, bu yüzden karakter okumak için başarılı bir kitap. Ve de Ivy her ne kadar cesur ve pervasız olsa da Bishop'ı sevmek çok daha kolay.
Kitabın iyi yaptığı şeylerden biri de toplumun aile hayatını anlatırken gösterdiği başarı. Çocuk yaşta evlendirilen gençlerin evcilik oynar gibi aile hayatına atıldıklarından bahsediyor. 16 yaşındaki erkeklerin çoğunun evliliğin anlamını birine ve ya bir şeye sahip olmak olduğunu sanmaları anlamak çok da zor değil. Özellikle kızların evlenememesi ya da boşanmasının ayıp karşılandığı, çocuk verememesinin kusur olarak göründüğü bir toplumun ne kadar erkil buradan olduğu anlayabilirsiniz. Bütün bu düzene karşı çıkmanın doğru olduğunu bilen Ivy de uygulanış yönteminin doğru olup olmadığına karar veremiyor. Ailesinden yeterince sevgi almadığını daha kitabın ilk sayfalarından bahseden bir karakterin babası tarafından kabul görmek için yapması gereken şeyin onun dediklerini uygulamak olduğunu düşünmesini sanması hiç de yanlış değil.
"Mutlu musun Ivy?" diye sordu beni şaşırtarak.
Tüm hayatım boyunca kimsenin bana bu soruyu yönelttiğini hatırlamıyordum.
Dediğim gibi ilk başta çok da özgün olmayan konusu ile ilgimi çekmeyen Kurucunun Kızı'nı okuduktan sonra serinin ikincisini almak için sabırsızlanıyorum. Çok akıcı ve saran bir tarzı var kitabın ve sonunda olanlardan sonra iyi ki ikincisi çıkmış diyorum. Umarım en yakın zamanda alabilirim. Size de tavsiye ederim.
Siz neler okuyorsunuz ya da neler düşünüyorsunuz?



Hikaye Shevek’in Urras’a gittikten sonra ve önceki kısımları olarak ikiye ayrılıyor. Ana gidişatın bazı kısımlarında geriye dönüşler yapılıyor. Ve başyapıt denmesinin sebebi olarak kitap sadece arkasında yazdığı gibi anarşizmden bahsetmiyor. Kitap anarşimzden besleniyor, kapitalizm, bireyselcilik, feminizim, devlet, aile, din, sahip olmak, zaman teoremleri gibi o kadar çok konuyu temele alıyor ki zaten kitaba ütopik bilim-kurgu diyerek geçmeniz imkansız. Mülkiyetin, Urraslı kapitalist sistemin vurguladığı gibi özgürlüğe değil bir hapishaneye giden yol olduğunu ifade ediyor kitabında; “Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir.”

415 sayfalık roman İthaki Yayınevi tarafından raflara kazandırıldı ve Goodreads sitesinde 2014’ün en iyi bilim kurgu romanı seçildi. Eğer kitabı okursanız neden olduğunu anlarsınız. Hikaye anlatımı için gerçeklikten ödün vermek zorunda kalsa da Weir, çoğu teknik ayrıntıyı bilimsel olarak tutarlı yazmaya çalışmış. Bir çok matematiksel ve biyolojik detaylarla yoğrulsa da genel olarak boğulmuyorsunuz ve kendinizi kitabın içinde bulabiliyorsunuz. Bilim kurguya aşina olmayan bir kesim için kitabın bir bölümü sıkıcı gelebilir, kurgunun büyük kısmı “bir sorun yaşa düzelt ve bunun tekrarından” oluşuyor. 400 küsur sayfalık kitap için gereksiz kurgu fazlalığı olmuş ve bana kalırsa kitabın eksiği buydu. Fakat teknik bilgiler aklınızı yoruyorsa her zaman canlandırmaya geçebilirsiniz, en azından Mark’ın ne yapmaya çalıştığını hayal etmeniz kitaba yeniden odaklanmanıza yeterli olacaktır.

Klasikten uzak duran Rick Yancey, hikaye anlatımında da tek kişi yerine kitaptaki birkaç karakteri ağzından anlatıyor ve yarattığı dünyaya kapı aralığından değil kapıyı açıp bakmamızı sağlıyor. Beş yaşındaki bir çocuğun böyle bir dünyayı nasıl gördüğüne şahit oluyorsunuz ve buna rağmen hikaye kendini örmeye devam diyor. Distopik kitaplarda aşk konusunu ya tamamen az yapar yazarlar ya da kurguyu üstüne örerler. Burada ise tam dozundaydı ve siz karakterleri çoktan benimsemiş olduğunuz için sizi itmiyor, aksine kendine çekiyordu. Daha en başından kurgusu gereği aksiyonla başlayan hikayede siz dünyaya değil, dünya size alışıyor.






